BORA AKINCITÜRK
A NORMAL LIFE
1.02 - 2.03
PİLEVNELİ | DOLAPDERE
PİLEVNELİ, 1 Şubat-2 Mart 2024 tarihleri arasında Bora Akıncıtürk’ün Normal Bir Hayat adlı kişisel sergisine ev sahipliği yapıyor. Ankara doğumlu, Londra merkezli sanatçı, uzun süredir hayatımızı şekillendiren internet kaynaklı bilginin ulaşılabilirliğine, görüntüsüne, hakikat-sonrası dijital çağın ifade ve yaşam biçimlerine odaklanıyor. Görsel dilinde mizahi anlatımlara da yer veren Akıncıtürk, kendi jenerasyonu, dönemi ve gündelik rutinleri üzerinden kimlik politikaları, anonimleşme ve bilginin aktarımı gibi konuları ele alıyor.
“Akışta olmak”: Spiritüel bir arzudan parlak küçük ekranlara
Şüphesiz ki içinde bulunduğumuz dönemin en popüler tavsiyelerinden ve gündelik mottolarından biri “akışta olmak”. Yaşadığımız anın farkında olabilmek, zihinsel ve bedensel olarak daha huzurlu hissetmek için kendimizi bu fikre adapte etmemiz gerektiği söylenip duruyor. “Akışkan olmak” ise daha da ciddi bir mesele; ideolojik ve politik, kimlik ve cinsiyete dair söylemlerde sıkça yer alan, bireyselliğin ve özgürlük alanlarının giderek arttığı bir zamanın doğal bir getirisi. Zygmunt Baumann’ın tarif ettiği gibi bir “akışkan modernite” tanımının çok daha ötesinde yaşarken, elektronik teknolojiler eski iktidar ve gözetim yapılarının yerini çoktan aldı. Sosyal medya ve çeşitli ağların sunduğu sözde bireysel özgürlük alanları herkesi seçim hakkının sınırsızlığına, bilginin bolluğu ve bereketine, klavye başında efendiyi oynasa da istediği kadar görünmez olabileceğine inandırdı. Enformasyon kadar dezenformasyon kelimesini de duyduğumuz şu yıllarda, internetin sağladığı imkânlarla manipüle edilmemiz de söz konusu, bilgi yığınları arasında gezinirken doğru yolları bulmamız da. Ancak şu bir gerçek ki, bugün gündelik ritüellerimizi, iş planlarımızı, satın alacağımız eşyayı, konuşacağımız konuyu, takip edeceğimiz haberi ve daha birçok şeyi beyaz parlak ışıklı bir aygıttan izlediğimiz o dijital “akış” belirliyor.
“Arşiv olarak internetin belki de en ilginç yönü, kullanıcılara sunduğu kes-yapıştır işlemleri sayesinde bağlamdan koparma ve yeniden bağlama oturtma imkânlarıdır” diyor Boris Groys.[1] Tıpkı bu ifadede olduğu gibi, Bora Akıncıtürk de arama motorlarının, sosyal medya hesaplarının ve ağların gücünü, kendine özgü bir imaj arşivi yaratmak ve onunla bir anlatı sunmak için kullanıyor. İmgeleri kendi alanlarından çekip yeni hikâyelerle kurgularken, tıpkı internetin bireye sağladığı anonimleşmeye benzer şekilde kendi ressam kimliğini de anonimleştirmeye çalışıyor. Özellikle Instagram, Twitter, Tumblr, SoundCloud gibi birçok görsel ve işitsel sosyal ağ üzerinden bulunmuş, toplanmış farklı kaynakların, hatta bazen stok görsellerin realist resimlerini tuval üzerinde yeniden üretirken, ara sıra kenara köşeye kendine ait sembolleri, renkleri veya yazıları eklemeyi de ihmal etmiyor. Ressamın yaratıcı öznesinden, tarzından ve aurasından uzaklaşıp kimliksizleşmeye çalışırken, aslında çoğu zaman kimin elinden çıktığı veya kimin çektiği belli olmayan, yine anonim görüntülerden besleniyor. Böylelikle taklit edilen görselin kaynağı belirsizken, resmin kaynağıyla ilgili de tereddütte kalmamızı sağlıyor. İlgilendiği bir konu, film, kitap, düşünce veya karakter, onu arama motorlarının dehlizlerine atmaya yetiyor; bazen bir görsel arayışında gördüğü başka bir haber veya bilgi dikkatini çekiyor, bazen de kendi fikirlerine yaklaşan ve aynı dünyayı paylaştığı bir hesap bulup takip etmeye başlıyor. Her birimizin deneyimlediği gibi. Ancak imajların izini sürerek anonimleşmeye çalışsa bile zihnine ve ekranının akışına dair bir anlatıyı kaçınılmaz şekilde ortaya çıkarmayı başaran sanatçı, bir yaratıcıdan çok bir küratör yaklaşımıyla parçaları birleştirerek çoğunlukla aşina olduğumuz imgeleri yeniden düşünebileceğimiz bir yapboz yaratıyor. Eserler bittiğinde neye, kime dair ne düşünmemiz gerektiğini, kimin yaptığını tahmin edemiyor oluşumuz aslında onun da nihai amaçlarından biri. Bu süreçte bilgisayarındaki arama geçmişini hayal etmek, hangi görseli hangi ifadelerle aradığını, görüntülere ulaşırken karşısına çıkan akıştan zihninin topladıklarına erişebilme ihtimali ve onları nasıl seçtiğini hayal etmek de oldukça heyecan verici.
Normal Bir Hayatın Artıkları: İmajlar Gezegeni
Serginin adı olan Normal Bir Hayat, aslında yaşadığımız döneme dair bir ikiliği içinde taşıyor. Normal olmak veya bir şeyi normal olarak tanımlamak bugün belki de daha önce hiç olmadığı kadar tartışmaya açık ve sorunlu bir konu. Linç kültürünün bu kadar şiddetli olduğu, bireyselleşmenin, tanımlamaların ve ifade özgürlüğünün bazen sınırları zorladığı ve herkesin hassasiyetinin yükseldiği bir dönemde “normal”, bireyler üzerinden kullanılmadığında hâlâ herhangi bir günü, bir zaman dilimini veya gündelik, uçlarda yaşanmayan bir olayı tarif etmek için kolayca kullanılabiliyor. Akıncıtürk, bir yandan kimlik, cinsiyet, normlar, toplumsal değişimler ve ifade biçimlerine dokunurken, bir yandan da kendi normali olan toplama, biriktirme, düşünme ve aktarma tutkusunu yansıtıyor.
10 adet tuval üzerine yağlı boya resmin galeri mekânına Norveçli sanatçı Fredrik Værslev’in bir fikrinden yola çıkarak son 10 yılda yapılmış 10 tane monokrom resmin sergilendiği bir grup sergisindeki uygulamadan ilhamla yerleştirildiği sergide, sanatçının ilk kez 2017 yılında sergilediği bir enstalasyon da yer alıyor. Alyssa Davis Gallery’de gösterilen A New Hope [Yeni Bir Umut] adlı bu eserin ilk versiyonu, sarı zincirlerle tavana asılmış, büyük bir bitki saksısından yükselen bir Union Jack bayrağından ve küçük yerleştirmelerden oluşuyordu. Çoklu tekstil katmanlarıyla bu melez bayrak, saksıdaki toprağı ulusal ideolojilerin bir araya geldiği bir bölge olarak tanımlayarak sınırlıyordu. Bu kez yaptığı yerleştirmede Türk bayrağını kullanan sanatçı, bir bayrak imgesine dair çağrışımları özgür bırakmakla birlikte, onu farklı bir bağlam içinde okumamıza da olanak tanıyor. Genellikle içinde bulunduğumuz küresel kültür çağının ideolojik, politik veya entelektüel simgelerini farklı sahneler içinde kurgulayan sanatçı, burada da imgeyi yerel tanımından sıyırarak yeni bir siyasi bağlamda yeniden tanımlıyor ve ortaya herhangi bir totaliter ideolojinin şiddet veya baskı içeren yönleri hakkında sorular atıyor.
Resimler ise özellikle popüler tarih, sinema tarihi, güncel politika, müzik ve ‘meme’[2] kültürü gibi kaynaklardan yola çıkarak Big-Bang, uzay, ölüm, kıyamet (apocalypse) gibi konulara değiniyor. İklim aktivisti Greta Thunberg’in yapay zekâ kullanılarak yaşlandırılmış görüntüsü veya tarihe en çok insan öldüren balina olarak geçen Tilikum, doğayı ve onu tahrip edişimizi, küresel ısınmayı ve bizi bekleyen doğal felaket senaryolarını hatırlatırken, Wikipedia.org’da Uzay’dan Dünya’ya bakışı en basit şekliyle araştırdığında karşılaştığı “Overview Effect” bir tür yabancılaşmayı ifade ediyor. Uzay’a giden astronotların Dünya’yı dışarıdan gördüklerinde tüm insani dertlere uzak hissetmelerini, uyumlu renkleriyle mükemmel bir şekilde hareket eden Dünya karşısında yalnızca onu kurtarma içgüdüsüyle baş başa kaldıklarını anlatan bu ifade, ortaya çıkan eserin sürecinin de önemli bir parçası hâline geliyor. Yine dünyanın oluşumuna ve bilgi-gerçeklik ilişkisine odaklandığı Dino adlı resim, dinozorların var olmuş olma olasılığını, kuştan mı kertenkeleden mi geldikleri sorusunu ve bir Velociraptor’un kuş olma senaryosunu tek bir imgede buluşturuyor. Bilginin bulanıklığına ve gerçeklik arayışına gönderme yapan bu eser, internetin de bilginin kaynağına ancak kendi varlığına paralel şekilde ulaşabilmesini ifade ediyor. Uzak geçmişe ve geleceğe dair sorular, tüm çevrimiçi ortamlarda dahil belirsizliğini koruyor. Başka bir resimde Matrix’teki Neo karakterinin küvetten çıkış anını tam da filmde olduğu gibi görürken, kenarda yazan “I hate sex cause my boss fuck me everyday” yazısı, gerçek dünyada her gün işe gidecek olmanın ve insanların köleleştirilerek rutinlere bağlanmasının mizahi bir ifadesine dönüşüyor. Angel adlı resmindeyse popüler bir fotoşop efekti olan kabartmayı kullanan sanatçı, SoundCloud rap janrına gönderme yaparak melek olmuş bir rapçi figürünün silüetini gösteriyor. Güncel olmanın laneti içinde sıkışan ama taşlaşmış, donmuş, tarihi bir piktograma dönüşmüş imge, popüler dünyanın müzik üzerinden yarattığı alt kültürleri ve yaşam biçimlerini de hatırlatıyor.
Resimler arasında, Akıncıtürk’ün tamamen kendine, iç dünyası ve çevresine dair görüntüler de yer alıyor. Örneğin direksiyonda bir elin göründüğü arabanın sonsuz bir asfaltta hızlanarak gidişi, bu konuda topladığı birçok imajdan yalnızca bir tanesi. Hız ve yol metaforunu sıkça kullanan sanatçı, adrenalin duygusunu ve fütürizm anlayışını bu şekilde yansıtıyor. Pürüzsüz bir resmin köşesinde tekinsiz, rahatsız edici ama aynı zamanda eğlenceli bir ifade yaratan yüz resmiyse, pekâlâ kendi otoportresi olabilir. Kendini resim yaparken çizdiği bir karikatürle bir maymun imgesini aynı yüzeye yerleştirdiği resim de yine tamamen taklide dayanmayan, çok elemanlı bir kompozisyon. Kendi evinin mutfağında çektiği bir fotoğrafı da resmeden sanatçı, bu sahnede elinde bir çekiç tutuyor. First-person shooter (birinci şahıs nişancı) türündeki bilgisayar oyunlarındakine benzer bir el görüntüsünü amatörce bir çekim aracılığıyla yansıtan sahne, tedirgin edici ve ürkütücü bir his verirken ardındaki gerçek hikâye ters köşe yapıyor. Aslında çekiç, yalnızca sanatçının incinen kolu için egzersiz yapması amacıyla doktoru tarafından önerilen bir araç. Bu hareketten donan bir kare, eve giren davetsiz bir misafiri veya bir şiddet eyleminin hemen öncesini hatırlatırken, resme kattığı renk alanları ve absürt yerleştirmeler sahnenin gerçekçiliğini kırıyor. Üzme Tatlı Canını ise, İtalyan Beat kuşağı temsilcilerinden Pitigrilli adlı yazarın 1970’lerde Türkçeye çevrilmiş bir kitabının kapağından alınmış bir görüntü. Bu kitapla tesadüfen karşılaşan sanatçı için prizmalar içindeki yazılarla 70’lerin grafik tasarımı hem sözel hem de görsel açıdan belli bir kültürün de dilini yansıtıyor.
İmge ve nesneleri ekranın akışından zihninin ve elinin akışına aktaran Akıncıtürk, seçtiği ve yeniden ürettiği tüm imajların sorumluluğunu cömertçe üstlenirken, çevrimdışı bir alana referansı olan tüm bu çevrimiçi ifadelerin izini heyecanla sürmeye devam ediyor.
Metin: Gizem Gedik