Ali Elmacı
Kaan Gözütok
Mehmet & Kâzım
Serkan Sarıer
Defne Tesal
Tarık Töre
Yuşa Yalçıntaş
KAĞIT İŞLER
22.12 - 27.01
PILEVNELI | DOLAPDERE
PİLEVNELİ, 22 Aralık 2023 – 27 Ocak 2024 tarihleri arasında Ali Elmacı, Mehmet & Kâzım, Serkan Sarıer, Defne Tesal, Tarık Töre, Yuşa Yalçıntaş ve Kaan Gözütok’un kâğıt üzerine eserlerinden kapsamlı bir seçkiyi sergiliyor. Farklı sanatçıların kâğıt üzerinden diyalog kurmasına aracı olan sergi, mürekkepli monokrom kompozisyonlardan yağlıboyaya; akrilik ve suluboyadan pastel ve kuru boyaya; grafiti estetiğinden renk bloklarına, portre geleneğinden postit estetiğine kadar birçok tekniği ve fikri, kâğıt yüzeyinin potansiyelini vurgulayarak izleyiciye sunuyor.
Eserlerinde genellikle iktidar ve güç ilişkilerine odaklanarak kurgusal bir dünyada kendine has karakterler yaratan Ali Elmacı, sergiye bir süredir üzerine çalıştığı vampir teması ve Göremediğin Yerlerde Bulursun Beni serisinden işlerle dahil oluyor. Tek bir rengin tonlarını kullanarak pan pastel ve kuru boyayla yaptığı bu kompozisyonların arka planında duran ürkütücü ancak çekici vampir bedenlerinin bir kısmı, postit veya emoji estetiği olarak da ifade edebileceğimiz çeşitli semboller ve imgelerle bezeli küçük kâğıt parçalarıyla bölünüyor. Çoğunlukla rahatsız edici figürlerin izleyiciyle direkt göz temasını sağlayarak bir karşılaşma/yüzleşme alanı yaratan sanatçı, bu kez sınıf ve iktidar temalarını bir kurgu karakter olan vampir üzerinden ele alıyor. Ölümlü ama ölümsüz, beslenebildiği sürece çok güçlü ve çekici, bilinçli, stratejik ve zeki olarak tasvir edilen vampirler, bireysel ve sınıfsal bir üstünlüğü de vurguluyorlar. Yarı ölüler diyarına mensup iki kurgu karakterden zombiler her zaman çirkin ve çürümüş bedenleriyle birbirini takip eden kitleleri, bilinçsiz ve kontrolsüz bir kalabalığı temsil ederken, vampirler kişilikli, zengin, kontrollü ve güçlü bireyleri simgeliyorlar. Elmacı’nın gözümüzün içine bakan pembe beyaz, ürkütücü figürleri, bu kez tek renkli, seksi ve göz alıcı vampirlere dönüşerek pazarlama endüstrisinin abartılı göstergeleriyle donatılıyor ve aynı anda sansürleniyor. Sanatçı, günümüzün imaj dünyasına, medyanın iktidarına ve güç ilişkilerine hepimizin aşina olup merak duyduğu karakterler aracılığıyla taze bir bakış getiriyor.
Sıra dışı tarzları ve popüler kültürle uyumlu, kışkırtıcı çizgileriyle tanınan Mehmet & Kâzım, namı diğer “Öpüşen Kuzenler”, eserlerinde propaganda ve protestonun ironik sembolleri ve eylemlerini kullanarak eğlenceli bir estetiği yakalıyorlar. Sergide yalnızca beyaz üzerine kırmızı suluboya işleriyle yer alan sanatçı ikilisi, hiphop, breakdance ve grafitiyle kurdukları dünyanın içinde bu kültüre ait çeşitli motifler, şarkı sözleri, çizgi roman sembolleri ve sloganları kullanıyorlar. Kompozisyonlarına sembolik bir şekilde kendilerini de dahil ederken her zaman bir eylemi ve hareketi vurgulayan sanatçılar, eğlenceli ve alternatif görsel dillerinin ardında genellikle eşitlik, sosyal adaletsizlik veya sanat ekonomisi gibi konuları gizliyorlar. Böylelikle mizah dolu imgelerinin içinden yansıyan protesto estetiği, sanat alanına dahil olarak kendi gerçekliğimizi anlamak ve somutlaştırmak için yeniden bir özgürlük simgesine dönüşüyor.
Kendi yaşamından süreçleri de yansıtan göçmenlik ve queer olma deneyimlerine odaklanan Serkan Sarıer’in sergide yer alan desenlerinde, değişim geçiren ve uzuvları akar gibi görünen erkek figürleri dikkat çekiyor. Görsel dilinde imgelerin deformasyonu ve başkalaşımını benimseyerek her türlü ötekileştirmenin, aidiyet ve kimlik meselesinin altını çizen sanatçı, kültürel baskılar, biyopolitika, hiyerarşi, cinsellik gibi temalarla ilişkili seriler gerçekleştiriyor. Çalışmalarında figür ve soyutlamaları bir arada kullanan Sarıer, sisteme ve yerleşik kalıplara karşı çıkarken queer düşüncenin temelinde olan tek bir yere ait olmama, akışkanlık ve kimliksizlik fikirlerinden beslenerek bedenen-ruhen dönüşme temasını öne çıkarıyor. Normatif yapıyı alt üst ederek metaforik bir bozulmayı, duygusal çalkantıları ve hayatın her alanındaki sonsuz değişimi ele alan sanatçı, tarihsel ağırlığı olan portre geleneğiyle kendi akışkan estetiği arasında da ironik bir ilişki kuruyor.
Üretiminin başlangıcından bu yana zamanla, anla, geçmişle ve gelecekle bir derdi olan, ritüeller ve rutinler aracılığıyla kendi alanını ve zamanını koruyan Defne Tesal, eserlerinde çoğunlukla tekrara ve malzemenin
potansiyellerine odaklanıyor. ‘Şey’lerin ritmik birlikteliğine ve düzenli-düzensiz dizilimlerine yönelik bir yinelemeyle serilerini üreten Tesal için sanat bir konsantrasyon yöntemi olmasının yanı sıra, malzemeyle iş birliği yaptığı bir keşif alanını da temsil ediyor. Çizgilerin, noktaların, lekelerin mükemmelliğine değil, tekrar içindeki kusurlarına ve değişimlerine de ilgi duyan sanatçı, sergide 2017 yılına ait ses çizimleriyle yer alıyor. Kâğıt üzerine mürekkeple yaptığı bu eserlerde kulaklıkla belli bir sesi dinleyen ve eş zamanlı olarak iki elini kullandığı serbest jestlerle çizim yapan sanatçı, zihnini karar vermekten ve kurgulamaktan alıkoyarak yalnızca müziğe, sese karşı bir tepki vermeye çalışıyor. Kendi bedenini de bir enstrüman gibi düşünerek yüzey üzerinde jestler ve işaretlerle zihnini ve elini rahat bırakan sanatçının farklı bir konsantrasyon pratiğini ve belli bir dönemini yansıtan çalışmalar, dinlediklerinin referansını da veren başlıklarıyla ses-zihin-beden-el ilişkisine dair düşündürürken, duyduklarımızın görüntüye dönüşme potansiyeli üzerine deneysel bir egzersiz hâline geliyorlar.
Semboller ve logolarla bezeli kalabalık kompozisyonlarından sonra sadeleşerek özellikle renklere odaklanmaya başlayan Tarık Töre, sergide son dönem çalışmalarıyla yer alıyor. Her an teknik veya kavramsal bir yeniliğe açık olan esnek tavrıyla yalınlaşmanın yolunu arayan sanatçı, yaklaşımı değişse de yine parçalardan oluşan bütüncül bir yapıyı benimsiyor. Töre, sadeleşme sürecinde Stanley Whitney adlı sanatçının yöntemini ele alarak bir yol haritası gibi kullanıyor ve daha sonra renkleri bloklar hâlinde yan yana renkleri koyduğu bu yeni ifade biçimini, kendi kompozisyonlarına ve diline yaklaştırmaya başlıyor. Yüzeyde yine parçaları kullanarak figürler yerine renklerin kendi aralarındaki ilişkilerine, ritmine, boşluğu ve doluluğuna odaklanarak resmi kendi içinde taşıdığı potansiyelle adeta baş başa bırakıyor. Bu renk blokları her zaman figürlere arka plan olmaya da açık, çeşitli katmanlarla yeni formlara dönüşmeye de. Ancak Töre, izleyicinin algısına ve yaratıcılığına alan açarak tüm olasılıkları resminin üzerinde bırakıyor. Renk ve kutu formülüyle sadeleşerek resim yapma sürecini ön plana çıkaran sanatçının yeni serisi, renk alanı resimleriyle tanınan Stanley Whitney, Mark Rothko, Barnett Newman, Paul Klee gibi sanatçılarla da zamanlar arası bir diyalog kuruyor.
Yuşa Yalçıntaş, resimlerinde genellikle birbirine benzeyen çocukları, bazen bize aşina, bazen tamamen tanımsız mekânlarda ve çoğunlukla simetrik kompozisyonlarla kurguluyor. Bir yandan perspektif, orantı ve gerçekçilikten uzak görünen, bir yandan da geometrik ve sembolik detaylarla bezeli mistik bir mimarinin söz konusu olduğu eserlerde kimlik ve zaman gibi algılar da denklem dışı bırakılıyor. Resimlerin içerdiği sembolizm, mimari yapıların farklı biçimlerde ortaya çıkışı ve figürlerin simetrisi Şamanizm, Japon ve Uzak Doğu kültürlerini Türk minyatürleri ve Yahudi mistisizmiyle bir araya getirirken, sanatçının kendi anılarına ve çocukluk hikâyelerine de hassas alanlar açıyor. Bu çok kültürlü görsel dil, onun geçmişe yolculuğuna eşlik ederken özellikle ev/barınma, kurallar/toplumsal normlar, okul yaşamı/öğrencilik, mimarinin dili/doğanın özlemi gibi konulara nasıl yaklaştığına dair nüansları izleyiciye aktarıyor. Sergide yer alan monokrom eserlerinde yine çocuk oyunlarına ve siluetlerine yer veren sanatçı, kompozisyonlarında her zaman olduğu gibi tüm insan davranışları için metaforlar sunmaya ve kuralları, duyguları, davranış biçimlerini sorgulayarak toplumu anlamaya yönelik çabasına devam ediyor.
Genç sanatçı Kaan Gözütok, eserlerinde figür kavramına odaklanarak, figürün resmin tekniğiyle değil fakat onun algılanmasıyla bağlantılı olabileceğini ifade ediyor. “Figüratif” ve “non-figüratif” tanımlarının her zaman belirleyici olmayıp yalnızca bazı potansiyelleri taşıdığını öne süren Gözütok, figüre dair bu iki tanımın resmin kendine has olmadığını düşünüyor. Diğer yandan “yarı-figüratif” tanımının ise belli sınırları esneterek resmin potansiyelini genişletebileceğini belirten sanatçı, resmi kendi ifadesiyle “uygulamalı bir felsefe pratiği olarak” görüyor. Sanat alanını ve içinde barındırdığı terim ve tanımları sorgularken de resmin fiziksel olmayan, kavramsal üst katmanlarını tahrip ederek araştırma alanını derinleştiriyor. Sergiye birbiriyle bağlantılı kâğıt üzerine yağlıboya iki seriyle katılan Gözütok, resim yaparken bulduğu formları çeşitli malzemeler ve katmanlar aracılığıyla non-figüratif’e doğru zorlayarak bir yarı-figüratif’e ulaşmaya çabalıyor. Kendi portre tekniği de dahil olmak üzere, yarı figüratif resimlerin aslında her şey olma potansiyeli taşıdığını belirten sanatçı, resimselliğin yüzey üzerindeki boyayla değil, resmedilen nesnelere bakan kişinin algısıyla şekillenen bir ifade biçimi olması durumunu teknik ve kavramsal yönleriyle sorgulamaya devam ediyor.