Banu Anka
OFF
22.12 - 27.01
PILEVNELI | DOLAPDERE
PİLEVNELİ, 22 Aralık 2023 - 27 Ocak 2024 tarihleri arasında Banu Anka’nın son dönem işlerinden oluşan kişisel sergisi OFF’a ev sahipliği yapıyor. İran asıllı genç sanatçı, yeni serisinde tuval üzerine yağlıboya ve kâğıt üzerine kömür olmak üzere iki farklı teknikle çalışarak kimi zaman iç dünyasında, kimi zaman çevresinde gözlemlediği ‘kendini dışarıya kapatma’ (off) hâlini izleyiciyle paylaşıyor.
Oscar Wilde, Dorian Gray’in Portresi adlı kitabında; “Hissedilerek resmedilmiş her portre sanatçının kendi portresidir, modelin değil. Modelin orada bulunması yalnızca resmin yapılmasına yol açan rastlantı, bahanedir” der. Çoğunlukla portre resmi yapan sanatçılar için bu oldukça önemli bir analizdir. Özellikle hipergerçekçi portre ressamlarının odağındaki insan karakterinin, duygularının, tepkilerinin ve ifadelerinin yoğunlaştığı yüz ise, David Le Breton’un deyimiyle “varlığın gizli merkezi, insan kimliği duygusunun ‘başı’ (capita)”dır. Yüz, bedenle ruh ilişkisini en saf hâliyle yansıtmasının yanı sıra bireyi tanımlar ve diğerlerinden ayrıştırır. Yüzyıllardır süren ve gelişen portre resminin merkezindeki yüzler, kişinin ‘kendisi’ ve ‘öteki’ arasındaki bağlantıyı yansıtmakla birlikte kimi zaman birbirini aynalar, kimi zaman da potansiyel izleyicisine bambaşka hislerle ulaşma ihtimalini taşır. İfadeler ve bakışlarla farklı zaman, mekân ya da bağlamlar içinde kurulabilecek ilişkiler sınırsızdır.
Banu Anka da sanat üretiminin başından bu yana insan yüzüne ve portre resmine odaklanan hipergerçekçi bir ressam. Hayatının farklı dönemlerinde kişisel hikâye ve ifade biçimlerini yansıtan, her serisinde hem teknik hem de görsel dil açısından bir yeniliği arayan, kendini sorgulayarak devamlı geliştiren bir sanatçı. Bugüne kadar hep yüzlere ve özellikle ifadenin belirleyicisi olan gözlere odaklanmasının ardındaysa, belki de Oscar Wilde’ın yaptığı çıkarımla paralellik kuran kişisel geçmişi yatıyor. İran’da savaş döneminde gözlerinin toz toprakla dolduğunu hatırlaması, ayrıca ciddi bir göz operasyonu geçirmiş olması bu hassasiyetinin arka planındaki detaylardan bazıları. Hem 2019 hem de 2022’deki kişisel sergilerinde portrelerini ve göz resimlerini daha soyut, renkli, karmaşık desen veya motiflerle bir araya getiren sanatçı, bu kez sadeleşerek tuvallerinde daha yalın bir renk paletine, eskizlerinde ise tamamen monokrom kompozisyonlara yer veriyor.
Dış dünyanın tüm uyarıcılarından uzakta: OFF modu
Özellikle teknolojik araç-gereçlerin “on-off” (açık-kapalı) modlarını akla getiren, aynı zamanda İngilizcede “çıkış”, “dışarıda”, “uzakta”, “geçersiz” gibi yan anlamları olan “off” kelimesi, sanatçı için de bir tür bireysel uzaklaşmayı, kapanmayı ifade ediyor. İçinde yaşadığı kültürün de etkisiyle sözlü ve yazılı edebiyatla iç içe yaşayan Anka’nın bu portre serisine kaynaklık eden ise, şövalesinin de üzerine not aldığı bir söz olmuş: “Muhayyile (hayal etme gücü), duyularla alamadığı şeyi belleğe çıkaramaz.” Bir düşünürden duyduğu bu cümleden hareket eden sanatçı, yeni serisinde özellikle beş duyu organına odaklanarak dış dünyayla aramızdaki alışverişe, algıdaki seçiciliğe ve sınırlamalara dair sorular soruyor. Bu bağlamda medyanın, iktidar ve güç merkezlerinin, tüketim toplumuyla popüler kültürün, teknolojinin, ilerlemenin, kurum ya da kitlelerin yarattığı ‘gerçeklik algısının’ yalanlarla kurulu stratejilerinin çevremizi kuşatması sonucu her türlü görsel, işitsel, sözel, metinsel veriyle iletişimi sınırlandırarak insanın kendini koruyabilmesi ihtimalini sorguluyor. Duyularımız, eğer yalnızca bize sunulanı almaya devam eder ve belleğe onu aktarmayı sürdürürse ortaya çıkacak hayal gücü bize mi ait olacak; yoksa kendi zihnimizin potansiyelini göstermek ancak kendi içimize dönmekle mi mümkün?
Sargı Bezinden Maskeye: Metal Kapatır mı, İyileştirir mi?
Anka’nın tuvallerine ilk bakışta, cam gibi parlak ve gri-mavi bir gökyüzü tonlarında arka planlarla resmedilen figürler ve her birinin duyu organlarını kapatan metal renkli formlar dikkat çekiyor. Gözümüzü portrelerin genel hatlarından uzaklaştırıp kendine çeken bu soyut parlak biçimler, belli ki birinin gözünü, birinin ağzını, burnunu veya kulaklarını örtüyor. Kişileri “Off” modunda gösteren bu maske benzeri form, sanki kendini her bir yüzün şekline göre dönüştürerek uzuvlarla adeta bütünleşiyor. Şaşırtıcı olan, bu soğuk metalik parçanın aslında bir sargı bezinden yola çıkarak resmedilmiş olması. Sanatçı, kurguladığı çeşitli sahnelerde canlı modellerinin fotoğraflarını tuval üzerinde yorumlarken içinde bulunduğumuz çağın endüstriyel malzemelerini de yansıtabilecek bir form arayışına girmiş ve sargı bezini kat kat gümüş rengi boyayla kalınlaştırarak eğilip bükülebilen, modellerinin yüzüne yerleşebilen bir forma ulaşmış. Bu hafif yırtık, yama gibi görüntü hem portrelerdeki figürlerin tenleriyle organik şekilde birleşiyor hem de sargı bezinin iyileşmeye aracı olan yapısıyla maskenin kapatıcı ve gizleyici doğasını buluşturuyor. Maske, aslında geçirgenliği engellemek amacıyla tasarlanan, hakikatle bağlantıyı kesen hatta metafor olarak kişiliği gizleyen, kendi oluşumuzu dünyadan saklamak için kullanılan bir araçken sargı bezinin esnek ve nefes aldıran yapısıyla farklı bir anlama da bürünüyor.
İngilizcedeki “kişi” (person) kelimesi, Latincede maske anlamındaki persona’dan gelir. Bu kelimenin kökü ise ‘içinden tınlamak’ anlamındaki per sonar’dır. Eski İngilizcede ağ ya da elek anlamındaki "masc” ise, süzme ve arıtma işlevine, akışa ve bağlantıya vurgu yapar. Maske, bu durumda bir aldatmadan ziyade benliğin ikâmet ettiği, sarıp sarmalandığı bir yerin de ifadesidir. Belki de maske, kişiyle dünya arasındaki ilişkiyi sağlayan diğer sarmalanmalar -beden, kıyafet, evler ve şehirler- için de bir simge niteliğindedir. Anka’nın resmettiği capcanlı yüzlerde sanki sıvıdan katıya geçmiş gibi duran form uzuvlarla bütünleşerek, buz gibi soğuk olmasına rağmen cezbedici durmaya ve hatta çağın fetiş ruhuna da gönderme yaparak kendini gözümüze alıştırmaya başlıyor. Sanatçının belki de kendi “off” modunu yansıtmakla birlikte bu nesne, farklı şekillerde ve yüzlerde dolaşarak koruyucu görevinin yanı sıra ilgi çekici, soyut bir aksesuara da dönüşüyor.
Banu Anka, dokunma duyusu içinse artık yüzlerden sıyrılarak insan derisinin en hassas olduğu organ olan elleri resmediyor. Buradaki sürpriz, aslında birleşmeye çalışan iki elin birbirini hissetmesine engel olan metal formla birlikte kompozisyonun da ister istemez Michelangelo’nun meşhur “Adem’in Yaradılışı” resmini hatırlatması. Bu resimde tanrının sağ koluyla Adem’in sol kolunun uzanışının benzerliği tanrının insan suretinde kendini yansıttığını; parmaklarının birbirine değmemesiyse tanrının Adem’e tüm gücü ve enerjisiyle yaşam verdiğini gösterir. Batı sanatında yaradılışın simgesi hâline gelen bu resimde, iki karakterin jestleri dikkat çeker. Elbette bu resmin tarih boyunca birçok yorumu yapılmıştır, ancak burada vurgulayabileceğimiz yalnızca ‘dokunma’ veya ‘dokunamama’ üzerinden gelişen bir kompozisyondaki el jestlerinin benzerliğidir.
Sözsüz iletişim yollarını, jestleri, toplumsal ya da sınıfsal kodları, emeği, otoriteyi ve daha birçok fikri ve kavramı içinde barındıran el sembolü, Anka için de yüzler gibi hem fiziksel hem de manevi olarak önemli bir noktada duruyor. Sanatçı, “Off” serisini anlatırken, ilham aldığı bir diğer kaynak olan Nâzım Hikmet’in “Ellerinize ve Yalana Dair” şiirini de hatırlatıyor:
“...
insanlarım ah benim insanlarım
antenler yalan söylüyorsa
yalan söylüyorsa rotatifler
kitaplar yalan söylüyorsa
duvarda afiş sütunda ilan yalan söylüyorsa
beyaz perdede yalan söylüyorsa çıplak baldırları kızların
dua yalan söylüyorsa
rüya yalan söylüyorsa
yalan söylüyorsa umutsuz günlerin gecelerinde ay ışığı
ses yalan söylüyorsa
söz yalan söylüyorsa
ellerinizden başka her şey herkes yalan söylüyorsa
...
elleriniz isyan etmesin diyedir”
Aynalar ve Siyah Beyaz Eşlikçiler
Banu Anka’nın eserlerinin sergi mekânında aynalar üzerinde sergilenerek sonsuz yansımaya dönüşmesi de bir tür yüzleşmeye zemin hazırlıyor. Burada, sanatçının portrelerle; portrede resmedilenlerin kendileriyle; izleyicilerin ise portreler ve aynalar aracılığıyla kendileriyle yüzleşmesi gibi katmanlar, serginin vurgulamak istediği gerçeklik-sahtelik, açıklık-kapalılık, yakınlaşma-yabancılaşma gibi ikilikleri de içinde barındırıyor. Anka’nın cam gibi tuvallerine, bir de küçük boyutlu kâğıt üzerine kömürle ürettiği desenleri eşlik ediyor. Bu monokrom portrelerde metalik ve soğuk maske sanki yerini daha esnek, akışkan, yumuşak bir kumaşa veya saran, çekiştirilebilen alçı benzeri bir malzemeye bırakıyor. Figürler ise sanki netliklerini ve keskinliklerini kaybederek maskeleriyle birlikte resmin sınırlarına doğru uçuşuyor, hayale karışıyorlar. Tuvallerdeki keskinlik ve berraklığın bu akışkanlık, esneklik ve dağılan kompozisyonlarla buluşması, zıtlıkları da bir araya getirerek tüm seri boyunca yüzeylerde dolaşan tek bir form üzerinden bütünleyici, mükemmel bir kurgu yaratıyor.