LOTTERMANN & FUENTES
PING PONG
22.12 - 27.01
PİLEVNELİ | DOLAPDERE
"Fantezileri gerçeğe, gerçeği de kurguya dönüştürüyoruz. Yaratıcı sürecimiz her zaman bir hikâyeyle başlar ve çektiğimiz fotoğraflarda somutlaştırmaya çalıştığımız hep bir fantezidir" diyor Nada Lottermann ile Vanessa Fuentes. Okul yıllarında tanışan ve uzun zamandır birlikte çalışan Frankfurtlu fotoğrafçılar moda, stil, yaşam tarzı, gündelik hayat alanlarında eğlenceli, dinamik, doğal, çekici fotoğraflar çekerek hayata bakışlarını yansıtırlar. Çoğunlukla model kullanarak kurguladıkları fotoğraf kareleriyle tanınan ikilinin figürleri kimi zaman kendilerine bakar, sokakta yürür, sigara içer veya partiler; kimi zaman da öpüşür, tutkuyu ve aşkı yaşar veya başkaldırır. Fotoğraflarının önemli özelliklerinden biri de farklı tarz ve yaşam biçimlerinin gündelik, cool, eğlenceli, seksi ve dinamik bir bakışla yorumlanmasıdır. Günümüzde görsel sanatların hepsinde olduğu gibi fotoğrafçılık da artık yalnızca modeli, kıyafeti, doğru kompozisyonu ve ışığı yakalamaktan öteye giden, hikâye anlatıcılığının ve atmosfer yaratmanın öne çıktığı bir alan oldu. Dolayısıyla Lottermann & Fuentes'in de tam olarak çağlarının ruhunu, dönemlerinin görsel dilini ve yaşam biçimini yansıtarak kendilerini de entegre ettikleri oyuncu, cezbedici bir imge evreni yarattıklarını söylemek mümkündür. Girişimci, yaratıcı, enerji dolu, hızlı, estetik zevki yüksek bu genç kadınlar hem parıltılı yaşam biçimleriyle hem de dünyanın farklı yerlerinde gerçekleştirdikleri heyecanlı projelerle zamanın ruhunu yakalayan ve yaratıcı üretim biçimini yansıtan son derece başarılı aktörlerdir.
Çifte Bela: İki kamera, dört göz
Bir süredir, özellikle hiyerarşik çalışma modellerini kırarak kolektif, iş birlikçi ruhu tetikleyen yaratıcı sektörler giderek daha kapsayıcı ve alternatif üretim biçimleri geliştiriyor. Lottermann & Fuentes ise bu yöntemlere, henüz kariyerlerinin başında birlikte fotoğraf çekmeye karar vererek ve tek bakışın egemenliğini kırarak organik şekilde dahil olmuşlardır. Setteki çalışma süreçlerini "Çifte bela (Double trouble)" olarak tanımlayan ikilinin çocukluk dönemlerindeki güçlü bağlarını ortak bir kariyer yoluna dönüştürürken her zaman çift kamera ve dört gözle çekim yapmaları zor görünse de oldukça keyifli ve geliştirici bir süreçtir. "İki kamerayla çekim yaptığımız ve büyük bir ışıklı konstrüksiyon değil, gün ışığını ve analog flaşı kullandığımız için çekim açılarını değiştirme esnekliğine sahibiz. Ortamın bir parçası olmanın verdiği samimi hissi seviyoruz. İki kamerayla çekim yapmak, canlandırdığımız insanların dikkatini de fotoğraflandıkları gerçekliğinden uzaklaştırıyor ve sonucu daha gerçekçi ve canlı kılıyor" sözleriyle imgeyi ortaya çıkarmadan önceki fiziksel sürecin de ne denli rahat ve doğal geçtiğini yansıtan sanatçılar, maceracı ve tutkulu yönlerini aralarında Dr. Hauschka, Item M6, Sisley, Closed, Vogue, Cartier, Lacoste, Lala Berlin, & other Stories, Wolford'un da bulunduğu çeşitli markalar ve FAZ Magazin, Stern, GQ, Monopol ve Die Zeit gibi prestijli medya kuruluşları için ürettikleri çalışmalarla, ayrıca çeşitli platformlar üzerinden izleyiciyle buluşturmaya devam ediyor. Onların yaratıcı dünyaları bunlarla da sınırlı değil; bir tür aksiyon-reaksiyon oyununa dönüştürdükleri Ping Pong projesiyle farklı ülkelerden meslektaşlarına, dostlarına, hatta tanımadıkları ama üretimlerini beğendikleri kişilere ulaşarak ikili görsel dünyalarını çok daha büyük, dinamik ve sınırsız potansiyel taşıyan bir iletişim ağıyla besliyorlar.
Bir Aradalığın Gücü: Ping Pong ile farklı dünyalarla buluşmak
İmgelerin ve görselliğin tüm iletişim biçimlerini aşarak günümüzün gerçeğine dönüştüğü, sözlü ve yazılı iletişim biçimlerinin yerini sembollerin, kısa ifadelerin ve imaj dünyalarının yer aldığı bir dönemde baktığımızı gerçekten 'görebilmek', duygusal ortaklıklar kurabilmek ve derinleşebilmek giderek zorlaşıyor. Görsel sanat nesneleri ise artık önünde kısa süre geçirilen, hızlıca bakılan, azalan konsantrasyon seviyelerine meydan okumak için belki gereğinden fazla gösterişe dönüşmek zorunda kalan mekân ve kurgularla izleyiciyle buluşan araçlara dönüştü. Böyle bir zamanda klasik bir sergi-sanatçı-izleyici hiyerarşisinin rutinini kırabilen, atmosfer ve deneyim yaratarak kolektif paylaşımlara alan açan projeler daha da değerli hale geldi. İşte sanatçı ikilisinin Ping Pong projesi de üretim ve sergileme süreci arasındaki o zaman zarfında dünyanın farkı yerlerindeki fotoğrafçıları -ya da fotoğraf çekmeyi seven dostlarını- buluşturarak izleyiciye de çoklu bir algı sunan interaktif bir imge oyunu. Bu projede ikili, karşı tarafa özel olarak seçtikleri bir fotoğrafı içeren e-postalar gönderiyor ve meslektaşlarından da yeni çektikleri ya da mevcut çalışmalarından seçtikleri bir fotoğrafla yanıt vermelerini istiyor. Bu süreçte ortaya çıkan diyaloglar bazen neşeli, bazen dokunaklı veya oldukça esprili olabiliyor. "Ping" her zaman Lottermann & Fuentes'in gönderdiği ilk fotoğraf, "Pong" ise karşıdan gelen yanıt oluyor ve sürecin sonunda birlikte sergileniyorlar. Fotoğrafları bağlayan şey ise kimi zaman apaçık ortada olabildiği gibi detaylarda gizli, metaforik veya daha formel özellikler olabiliyor. Dikkat seviyelerimizin azaldığı bir dönemde detaylara bakmayı, iletişim ve empati kurmayı, görsel dünyaları buluşturarak yeni hikâyeler yaratmayı aktif bir süreçle başaran sanatçılar, fotoğrafın özünde yatan sözsüz iletişim yöntemlerini de hassasiyetle yansıtıyorlar.
Sergileme sürecinde Lottermann & Fuentes ve fotoğraflarla cevap aldıkları iş birlikçileri anonimleşerek iki başlık altında buluşuyor ve ikili yalnızca oyunun kurallarını belirleyerek- bir nevi oyun kurucu olarak- yeni bir görsel anlatının ortaya çıkması için aracı konumuna geçiyor. İşte bu noktada anlatıcı, sanatçı, izleyici, fotoğraftaki bakış, hepsi birbirine karışarak hem bakan-bakılan konumlarını esnetiyor, hem de görsel detayları yakalamaya da yönlendiren keyifli bir mücadeleye dönüşüyor. Fotoğraf, artık izlenen bir nesne olmaktan çıkıp üretici ve izleyici arasındaki diyaloğun ve dinamiğin yeniden kurgulandığı bir deneyim aracına dönüşüyor. Burada önemli bir nokta daha var; çoğu sanatçı izleyicinin eserleriyle bağ kurmasına odaklanarak bu deneyimi kurgularken ikili, daha çok kendi pratiklerini paylaşan, kendileri de imgeleri yaratan kişilere öncelik veriyor. Böylece eserin oluşumu için diğer fotoğrafçılarla bir ortaklık kurularak nihai hikâyeleri yorumlama da izleyiciye bırakılmış oluyor.
Elbette buradaki anahtar kelime 'etkileşim'. Sözün ve görüntünün bolluğu içinde yaşarken etkileşime zaman vermek, detayları incelikle fark edebilmek, baktığımız ve algıladığımız şeye esprili ya da ciddi, hüzünlü ya da neşeli, özgün bir cevap vermek giderek daha da değerli hale geliyor.
Lottermann & Fuentes, "Ping Pong" başlıklı serisini Türkiye'de ilk kez PİLEVNELİ Yalıkavak'ta sergilemenin ardından, ortak üretilen bu ikili imgeleri Pilevneli desteği ve iş birliğiyle bu kez PİLEVNELİ Dolapdere'de izleyiciyle buluşturuyor. Galeriyle güçlerini birleştirerek Türkiye'den de birçok ismi Ping Pong süreçlerine dahil eden ikili, daha önce iş birliği yaptıkları dostlarına yenilerini katarak yola devam ediyor. Sergi aracılığıyla görsel dünyalarını genişleten, imgeleri farklı bakışlara açarak oyunlarını bölgeden bölgeye uyarlayabilen ve aktarabilen sanatçılar, fotoğrafı performatif bir alan olarak yeniden hayatımıza katıyorlar.
PİLEVNELİ Dolapdere
Ping Pong Katılımcıları:
Cihan Bacak, Maxime Ballesteros, Okan Bayülgen, Bulatagramm, Claire Cottrell, Adrian Crispin, Can Dağarslanı, Roger Deckker, Roger Eberhard, David Fischer, Nadine Fraczkowski, Albrecht Fuchs, Esra Gülmen, Frank Griebe, Markus Jans, Daniel Josefsohn, Olaf Heine ve Thomas Kretschmann, Gökhan Jimo Koşar, Peter Langer, Nicole Lesser, Kristin Loschert, Frank Lottermann, Yiorgos Mavropoulos, Aaron McElroy, Fırat Meriç, Timurtaş Onan, Gizem Özçelik, Stephanie Pfander, Bulut Reyhanoğlu, Mary Scherpe, Frank Seidlitz, RJ Shaughnessy, Arslan Sükan, Ali Emir Tapan, Ali Taptık, Tarık Töre, Cem Yiğit Üzümoğlu, Tania et Vincent, Camille Vivier, Andreas Wellnitz, Olivier Zahm