MEHMET & KAZIM
JUICY
PİLEVNELİ | YALIKAVAK
“Kuralsız ve vahşi resimden sorumluyuz” diyen Mehmet & Kazım, namı diğer “Öpüşen Kuzenler” Almanya’da yaşayan, sıra dışı tarzları ve popüler kültürle uyumlu, kışkırtıcı çizgileriyle tanınan bir ikilidir. Münih Güzel Sanatlar Akademisi’nde okudukları dönemde renklerin, canlılığın ve özgürlüğün damgasını vurduğu sokak kültürünün kabul görmediğini, hatta küçümsendiğini fark ederler. Bu ön yargıları aşabilmek ve kendi yollarını çizebilmek için ise ilgi duydukları hip-hop ile breakdance’in enerjisini grafitinin asi dokunuşuyla birleştirerek kendilerine yeni, taze, eğlenceli bir dünya yaratırlar. Eserlerinde tıpkı bir dönem çizdikleri öpücük atan ağızlar gibi muzip figürlere, propaganda ve protestonun ironik sembolleri ve eylemlerine yer vererek eğlenerek başkaldırmanın en somut ifadelerini yansıtan sanatçılar, Türkiye’den Almanya’ya göç eden misafir işçi çocuklarıdır. Türk-Alman kimliklerinin toplumsal zorluklarıyla yüzleşseler de ünlü ressam Haşmet Akal’ın torunları olmaları, onlara resim ve sanat alanında önemli bir şansın kapısı aralar. Akal kuzenler, soyadlarını oluşturan “ak” ve “al” kelimelerinden ilhamla, zaman içinde kendilerine kırmızı ve beyazın ağırlıkta olduğu bir dünya inşa etmiş, kendilerini de bu renklerin ve duyguların büyüleyici birlikteliğine alter-egoları olan Öpüşen Kuzenler karakterleriyle dahil etmişlerdir. İkili, neo-ekspresyonizm (yeni-dışavurumculuk) olarak ifade edilebilecek “Neue Wilden” akımının mirasçısı olduklarını söyleyerek, sanat tarihinin kurallarını grafitinin sınırsız özgürlüğüyle, müziğin ritmini ve besteleri boyalarla, direniş eylemini ise figür ve sembollerle bütünleştirirler.
Sokağın Sesi Sanata Yansıdığında
Yaratıcı kuzenlerin hiphop, breakdance ve grafitiyle kurdukları dünyanın içinde, bu kültüre ait çeşitli motifler, şarkı sözleri, çizgi roman sembolleri, sloganlar yer alır. Mehmet ve Kazım, yarattıkları bu görsel dilin aynı zamanda tam kalbinde yaşarlar; onlara kırmızı Adidas eşofmanları ve Superstar spor ayakkabılarıyla bir hamakta yatarken, dalış yaparken veya farklı eylemler içinde rastlamak mümkündür. Grafiti geçmişleri sayesinde kullanılacak alanın, mekânın hiçbir sınırı olmadığını belirtirler; bu sayede hep aynı renkleri kullanıyor gibi görünseler de eserlerinde resim alanını deneyimler, onu zorlar, malzeme ve teknik olarak da sürekli gelişirler. Kırmızı ve beyaz renk paletini kullanarak ürettikleri görsel dilde yalnızca resim de yoktur; kapsamlı mekânsal yerleştirmeler, dijital olarak boyanan görüntüler veya animasyonlu sanal gerçeklik videoları aracılığıyla resimlerini tuval olmaktan çıkarır, sınırlı alanlardan özgür boşluklara doğru yayarlar. Tuvalin, zeminin, duvarların, sanal gerçekliğin iç içe geçtiği bu evrende sınırları belirleyecek olanlar yalnızca kendileridir.
Sisteme ve Ön Yargılara Karşı: Öpücük Öpücük Öpücük!
2022 yılının mart ayında Mehmet & Kazım’ın Pilevneli’de gerçekleştirdiği serginin öncelikle adı dikkat çeker: “Bad and Boujee”. Meraklı izleyiciler veya rap kültürüne hâkim olanlar, bu ismin Amerikalı müzik grubu Migos’un oldukça popüler bir şarkısına ait olduğunu hemen anlayacaklardır. 2016 yılına ait bu şarkıda kasten yazılmış Boujee kelimesi (aslında Bougie’den gelir) burjuvaziden (bourgeoisie) türetilmiştir. ‘Bad’, aşağı sınıfa ve onların sanatına, ‘Boujee’ ise yüksek sanata karşılık gelir. Almanya’da büyüyen misafir işçi çocukları olan kuzenler için ise bu başlık, elbette daha derin anlamlar taşır ve iki kavrama da ait olan sembol ve imgeleri eserlerinde görmek mümkündür. “Eğer kurallar varsa kırılacaklar, bu kadar basit” diyerek hayattaki ve sanattaki duruşlarını yansıtan kuzenlerin alternatif, başkaldıran duruşlarının temelinde ise sevgi vardır. İkili için kökenler, cinsel yönelimler, inançlar, etiketler ve sıfatlar tamamen konu dışıdır. Eşitlik, sosyal adaletsizlik veya sanat ekonomisi/pazarı gibi ciddi konular ise mizah dolu imgelerin içinde gizlenir. Yaratıcılığın ve mizahın iktidar tarafından tehdit olarak algılandığı toplumlarda farklı şekillerde gelişen ironi, ciddi konulara odaklanmanın bir yöntemi hâline gelir ve hatta protesto estetiği kendi gerçekliğimizi anlatmayı sağlayarak özgürlüğün simgesine dönüşür. Eserleri hakkında; “Gülebilirsiniz, onlarla gülebilir veya onları güldürebilirsiniz ama bir taraftan yedi dağ ve cücenin ardında ne var diye anlamaya çalışmayı unutmayın” diyen sanatçıların dünyaya bırakmak istedikleri mesaj ise yine sevgidir. “Eklemek istediğimiz önemli bir şey var” diye belirtirler sergileri üzerine yapılan bir röportajın sonunda: “Öpücük, öpücük, öpücük!”
İştahlı ve Yeni bir Sergi: “Juicy”
Mehmet & Kazım’ın Pilevneli Yalıkavak’taki sergisinde, ikonik kırmızı ve beyazların egemenliğindeki geçmiş işlerine yakın zamanda New York’ta ürettikleri siyah beyaz çalışmalar da dahil oluyor. 2022 yılının Mart-Eylül ayları arasında sanatlarına yeni bir boyut katmak için New York’a yerleşen ikili, kentten esinlenerek eserlerine yeni semboller ve işaretler katmışladır. Ancak buradaki ekonomik kısıtlar ve stüdyolarının büyük boyutlu tuvallere, yağlı boyalara uygun olmaması sonucunda eserlerinde kömür kullanmaya başlayarak kırmızı-beyazlarını terk etmişlerdir. Bu serilerinde figürler, gözler ve ayaklar kompozisyonların içinde fark edilip seçilebilse de genellikle her şey harfler, semboller ve duvarlarla ilişkilidir. Yıldızlar, dolar işaretleri ve damlalar ise bu görüntülerin üzerine hafif bir kar yağışı gibi serpilir; ikili, grafik işaretlerde özgürleşmiştir ve karakterler kendi hareketleri içinde eriyor gibi görünürler. Ellerini havaya kaldırarak bedenlerinden dışarıya doğru serbest kompozisyonlarla taşarlar, ağızlarını açarlar, telaşlı bir şekilde etraflarına bakınırlar… Belki olası bir takipçiyi fark etmek için, belki de gecenin içinde kaybolmadan hemen önce, hızlıca vedalaşmak için. Çünkü oldukları şey, onları kolayca paranoyak yapmaya yetiyordur: New York’un sokaklarının duvarlarındaki Throw-Up’lardır bunlar. Throw-Up, İngilizcede “kusmak” anlamına gelse de grafiti jargonunda ve stil yazımında genellikle baloncuk tarzında, yuvarlak konturlu ve tek renkli iç kısımlara sahip hızlıca boyanmış isimleri ifade eder. Bunlar ayrıntılı duvar resimleri değillerdir, ancak logolara benzer şekilde hızlı ve kapsamlı şekilde çoğaltılabilirler. New York kenti de bunlarla doludur ve kuzenler kenti incelerken bunları fotoğraflayıp arşivlemişlerdir: “Herkes orada resim yapmamız gerektiğini söylüyordu” diyen ikili, Throw-Up’ları resimlerine dahil etmeye karar vermiş, onları canlı figürler olarak yorumlayarak sembol ve harflerden oluşan bir kar küresi gibi hareketli tutmuşlardır.
“New York tozludur ve beyaz spor ayakkabılar çabucak griye döner.”
İkilinin Bushwick’teki stüdyosu zengin yağlı boya kullanımına uygun olmayınca kullandıkları kömürle yeni bir sanatsal dile doğru yönelirler. Elbette rengârenk New York’ta kömürü ellerinde tutmak bir rahatlama eylemi ve çocukça bir reddetme ironisidir. Çizimler, tekrara duyulan güçlü arzuyu açıkça ortaya koyar; gözler ve tuğlalar teker teker semboller, harfler ve yuvarlak beden biçimleriyle karışır. Ancak burada en çok göz çarpan şey yüz ifadeleridir; öfke, umutsuzluk, şaşkınlık, delilik veya dürtü. Odak noktalarında ise ağızlar vardır. Bakışların bir kişinin psikolojik durumu hakkında bilgi verdiği söylense de burada ruha açılan kapının kilidi ağızlardır. Yüzey ve çizgi, opak ve şeffaf, resim ve çizim, ışık ve gölge arasındaki gerilim çok daha belirgin hale gelir. Kompozisyon asıl temaya dönüşür, böylece öğeler kendilerini sadece renklerinden değil aynı zamanda anlatımlarından da kurtarır. Bakışlar onların sembolizmine değil, varlıklarına yönelir. Gecenin siyah göğünde, kömür resimleri parlattıkça tozlar silkinir; kömür tazedir ve her zaman da biraz paranoyaktır. New York’un hareketli sokaklarında, kendi can güvenliğini korumak için.