CLEON PETERSON, GÜNEŞİN İÇİNE BAK: PİLEVNELİ | MECİDİYEKÖY

10 September - 27 October 2019

“Güneşin İçine Bak” 

PİLEVNELİ Mecidiyeköy

10 Eylül – 27 Ekim 2019

 

PİLEVNELİ Mecidiyeköy, 10 Eylül – 27 Ekim 2019 tarihleri arasında Cleon Peterson’un son dönem işlerinden oluşan “Güneşin İçine Bak” isimli yeni sergisine ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor. 

 

Batı’nın resim tarihinde yer alan çoklu figürleri içeren örneklerinin birçoğunda belirli bir bakış açısından bir hikaye anlatılır. Jacques Louis David’in “The Intervention of the Sabine Women”ını (1799) ya da Francisco Goya’nın “The Third of May 1808” (1814) hatta Pablo Picasso’nun “Guernica”sını (1937) göz önünde bulundurun; her bir örnekte tablolar, kurban ve saldırganı, kahraman ve kötü karakteri açıkça tanımlar. 

 

İlk bakışta, Cleon Peterson’un büyük tabloları ve ‘mural’leri geleneksel tarzda, ahlakî ve siyasallaşmış bir öykücülüğe boyun eğmiş gibi gözükebilir. Peterson’un ‘humanoid’ (insansı) yaratıklarının neredeyse aynı görünümdeki başka bir gruba dehşet veren bir acı çektirdiği katliam manzaraları korku, tiksinti, öfke, empati, acıma, endişe  gibi duygularımıza derinlemesine dokunuyor. Aşırı duyarlı çağımızın fevri yandaş siyaseti ve daimi ahlakî öfkesinde, resimlerde gördüğümüz sahneleri otomatik olarak gerçek hayattaki durumlarla eşleştirebileceğimiz işaret ve sembolleri arıyoruz. Böylelikle duygusal tepkilerimizi nasıl çağdaş bir sıkıntı veya soruna doğrultabileceğimizi anlamaya çalışıyoruz. Fakat Peterson’un sanatında böyle bir yol gösterici işaret bulunmuyor. 

 

Geçtiğimiz yıllar boyunca istikrarlı bir şekilde ilerleyen yapıtlarında Peterson günümüzün şartlarında nadir görülen bir şey yarattı: Objektif, tarafsız hatta ahlaksızca yapılan baskı ve mağduriyet üzerine bir çalışma. Peterson doğru ve yanlış, iyi ve kötü, gerçek ve aldatma gibi sorularla alakadar değil. Böyle basit (ve çoğu zaman yanıltıcı) ahlakçı pozisyonlar konunun dışında. 

 

Sanatçının daha önceki serilerinde yer alan baskıcı karakterleri modern Amerikan polisinin üniformaları veya Nazi Almanyası’nın Nazi ‘kahverengi gömlekleri’ni anımsatan Faşist üniformalarıyla işaretlenmişken, bu sergideki işlerde iki taraf da fizyonomik olarak tamamıyla aynı: Kaslı gövdeli ve daralmış boyunlu, iri kıyım, hayvani figürler… Ara sıra dahil edilen kadın kurbanların haricinde. Dikkat edilen nokta şu ki iki taraf teorik olarak birbiriyle değiştirilebilir; siyah kolaylıkla beyaz, beyaz kolaylıkla siyah olabilir. Herhangi bir tarafa biçilmiş, değiştirilemeyecek ideolojik bir değer ortada yok. 

 

Peterson’un düşünceleri, katılımcılarına muhafız veya mahkum rolünün verildiği, adı çıkmış Stanford Hapishane Deneyi’nden etkileniyor. ‘Muhafız’ların otoriter tutumlarının hızla daha aşırı, hatta sadistleştiği, ‘mahkum’ların çoğunun ise isteyerek psikolojik istismara boyun eğdiği deney altı gün sonra yarıda kesiliyor. 

 

Sanatçı aynı zamanda Carl Jung’un ‘gölge’ kavramına da parmak basıyor; bilinçaltı benlik, bilinçli egonun karanlık ve mantıksız tarafı. Peterson tablolarındaki siyah gölge figürleri beyaz benzerlerinin üstüne düşerken, kurbanlar ile özdeşleşerek  gölgeleri ‘diğer’, insan dışı, hayvansı, uzak bir zaman veya yere ait olarak düşünmek cazip geliyor. 

 

Siyasi (ve sosyal) söylem hızla sosyal medya vasıtasıyla sanal bir dünyanın içine girerken, aşırılık ve hizipçilik hem mikro hem makro açıdan yükselişte. Artık güç ve şiddetin sadece militarist veya bürokratik bir seviyede var olmadığını, kişisel etkileşimlerimizin yaygın dinamiklerinde de karşımıza çıktığını görüyoruz. Davranış şekilleri insanlık tarihi boyunca kendini tekrar ediyor. 

 

Peterson’un konusu defansif duruş veya erdem sinyalleri yerine saldırganlık ve misillemenin birleşimi: Mağduriyet ve zorbalığın döngüsel doğasında var olan, doğru (veya yanlış) koşullarda hepimizin yüzleşmek zorunda olduğu, içimizde uyku halinde duran şiddet kapasitesinin varlığı, ahlaksızlık ve eski kuşaklardan gelen bir yozlaştırma eylemi. 

 

Peterson’a göre insan ruhunun gizli gölge tarafı düşüncesi, Romantik sanatçı ve filozofların ‘doğal yücelik’ kavramına benzer. Güneşin içine bakmak, kendisine bakılmasını reddeden, aynı anda birden fazla yerde olan, insan vücudunun refleks olarak görmemeye programlandığı bir şeye bakmak gibidir. Acı hafifleyince parlak beyaz güneş, siyah bir nokta olarak devam eder. Işığının yokluğu, bir boşluk: Güvenilirlik ve kesinlik yerine şüphe ve kaygıyla dolu bir boşluk...