Adrian Altıntas, Andre Butzer, Mehmet & Kazım , Hell Gette, John Newsom
Ben Beyinsiz Bir Aptalım
30 Nisan - 25 Mayıs 2024
PİLEVNELİ | Dolapdere
BEN BEYİNSİZ BİR APTALIM: DOSTLUĞUN ÖZGÜR DÜNYASI
“Hiçbir şey, doğaya dostluktan daha uygun değildir” der Cicero. Gerçekten de zahmetsizce gelişen, büyüyen, ancak çabayla derinleşen ve devam edebilen dostluğun, yaşamın her evresinde dönüştürücü bir özelliği vardır. Özellikle yetişkinlik döneminde; karakterimizin, yaşam biçimimizin ve hayata bakışımızın şekillendiği, oturduğu, belirli bir amaç doğrultusunda ilerlediğimiz dönemlerde hayatımıza girerek fikirlerini paylaşan, kendimizi kaygısızca aktarabildiğimiz yeni dostlar daha da büyük önem taşır. Eğer dostlarımız aynı zamanda meslektaşımızsa; benzer kaygılar, hayaller veya ideallerle hayatımıza eşlik ediyorlarsa, bu bağlar aynı zamanda profesyonel bir zeminde de bizi dönüştürerek yaptığımız işi geliştiren bir alış-veriş ilişkisine evrilir. İçinde bulunduğunuz sergi de öncelikle bir dostluktan ve fikirlerin buluşmasından yola çıkıyor. André Butzer, Mehmet & Kazım, John Newsom, Hell Gette ve Adrian Altıntas’ın eserlerinin yer aldığı sergi, Amerikan pop kültürüyle ekspresyonizmi bir arada kullanan Alman sanatçı André Butzer’la dostluk ilişkisi içinde olan sanatçıları kapsayarak Pilevneli’nin tüm katlarına yayılan bir buluşma atmosferi yaratıyor. Hiphop, breakdance ve grafitiyle kurdukları dünyaya dair üretimleriyle tanınan Mehmet & Kazım tarafından önerilerek John Newsom’ın da aralarına katılmasıyla ve son olarak Hell Gette ile Adrian Altıntas’ın dahil olmasıyla geliştirilen sergi, Butzer’ın sergiye özel yaptığı büyük bir eserin etrafında kurgulanıyor. Butzer’ın kendisi ve üretimi etrafında görsel ve kavramsal diyaloglar oluşturan, özündeyse sıra dışı ve alışılmadık olanı keşfederek özgürleşme fikrini taşıyan serginin adı, Butzer’ın seçimiyle The Meat Puppets grubunun “I’m a mindless idiot” adlı İngilizce şarkısından ödünç alınıyor. Sergide yer alan sanatçıların yeteneğini, gücünü ve yaratıcılığını ironik bir tezat aracılığıyla vurgulayan bu sözler, kurguya daha esprili ve şaşırtıcı bir bakış katıyor. Tüm sanatçıların arasındaki sanatsal ve dostane bağ, resim dilleri arasındaki farklılıklara karşın sanata olan bağlılıkları ve yaklaşımlarında bir yakınlık yaratıyor.
Genellikle çizgi roman stilindeki kocaman açılmış gözleri ve büyük kafalarıyla tanımlanan rengârenk karakterleriyle bilinen sanatçı André Butzer, Pop Art mecrasına yaklaşarak endüstriyel kültürün ve güncel sembollerin engin dünyasını yüzeye aktarır. Boyayı oldukça kalın şekilde kullandığı bu renkli tuvallerinden oluşan büyük ölçekli neo-ekspresyonist eserleriyle dikkat çeken çağdaş sanatçı, genellikle “bilim-kurgu ekspresyonizmi” olarak nitelendirilen ve soyutlamayla figürasyon arasında duran esnek bir tarzı temsil eder. Bu kez Butzer, kendi özgün tarzını kullanarak merkezinde bulunduğu sergi için büyük boyutlu bir sulu boya eser üretiyor. Beyaz yüzey üzerine fırçayla yalnızca pembe-kırmızı-sarı gibi tonlardan oluşan sade bir renk paletiyle çizgiler çekerek onun eserlerinden tanıdığımız büyük gözlü ve kafalı altı tane karakter yerleştiren sanatçı, sağa sola muzipçe bakan bu kafalarla muhtemelen sergiye dahil olan tüm sanatçı dostlarını temsil ediyor. Serginin merkezine yerleşerek kurguyu da kendisi etrafında geliştiren bu eser, dünyaya merakla bakan, ironi ve yaratıcılıktan beslenerek kimi zaman da dalga geçip eğlenerek birbirine güç veren, ancak sanatın ve resmin gücünü, sorumluluğunu ve üretmenin keyfini bir arada paylaşan anonim, hassas ruhlara bir gönderme yapıyor.
Bu buluşmanın aracısı olarak sergi fikrini geliştiren ve görünmez küratörleri olan Mehmet & Kazım ise, aslında André Butzer ile görsellik ve tavır açısından benzer bir dili paylaşan sanatçılardan. Yaratıcı kuzenlerin hiphop, breakdance ve grafitiyle kurdukları provokatif dünyanın içinde, bu kültüre ait çeşitli motifler, şarkı sözleri, çizgi roman sembolleri, sloganlar yer alıyor. 2022 yılının Mart-Eylül ayları arasında sanatlarına yeni bir boyut katmak için New York’a yerleşen ikili, kentten esinlenerek eserlerine yeni semboller ve işaretler katmışlardı. Ayrıca buradaki ekonomik kısıtlar ve stüdyolarının büyük boyutlu tuvallere, yağlı boyalara uygun olmaması sonucunda eserlerinde kömür kullanmaya başlayarak monokrom işler yaptılar. 2022’de geliştirmeye başladıkları bu teknikten sonra, 2024 yılında üretilen ve serginin de bir katını kapsayan yeni serileri, tek bir karede genellikle tek bir figürü barındırmalarıyla öne çıkıyor. Bu karakterin ifadelerine, üzerinde taşıdığı sembollere odaklanmamızı sağlayan kompozisyonlar ise, yine Butzer’ın kullandığına yakın şekilde büyük, sağa sola şaşkınlıkla, muzipçe veya kaygıyla bakan kocaman gözlerle ifade bulmalarıyla dikkat çekiyor. Hatta bu karakterler, bir noktada artık adeta gri bir toz bulutuna dönüşerek homojen bir karaltı hâline gelerek var olmak ile kaybolmak arasında bir noktada, her an silinebilecekmiş gibi bir korkuyla mücadele eden temsillere dönüşüyorlar.
Serginin en üst katında, gökyüzüne en yakın noktasında ise, bizi John Newsom’ın heybetli, güçlü ve etkileyici kuş portreleri karşılıyor. Altı kompozisyonun birinde ise bu kuşu (şahini) uçarken görüyoruz. Arka planı sanki bir gün doğumunun umudunu ve heyecanını yansıtırcasına mavi, sarı, turuncu ve kırmızı bir renk geçişiyle belirlenen resimlerin ana figürü olan şahinler, asil ve görkemli duruşları, parlak gözleri ve klasik portreler şeklindeki kurgularıyla dikkat çekiyor. Genellikle doğa çalışmalarıyla tanınan ve resimlerinde yeşillikle, hayvanlarla dolu alemler yaratan Newsom’ın sanatı, mücadele, kaçış, beslenme, iş birliği, cesaret gibi motifleri hayvan alegorileriyle işleyerek estetik yönü de oldukça yüksek olan, doğa aracılığıyla önemli insani konuları da somutlaştıran tarzıyla bilinir. Flora ve faunayı güçlü ve duygulu şekilde resmeden; güçler arasındaki uyumun, dengenin ve dinginliğin barındığı eserler üreten sanatçının bu sergiye özel olarak bu şahin figürlerini resmetmesinin nedenlerinden biri, tarihsel olarak, dünya kültüründe, yırtıcı kuşun her zaman ruh, zekâ ve idealler bakımından "en yüksek" için sembolik bir metafor olarak kullanılmasıdır. “Ben Beyinsiz Bir Aptalım” fikriyle olan çelişkisi nedeniyle yırtıcı kuşu, odaklanılabilecek mükemmel bir nesnel imge olarak gören sanatçı, bu büyük ölçekli yağlıboya resimleri bir afiş/pankart estetiğiyle sunarak, izleyicinin entelektüel ve ruhani aydınlanma umuduyla çabalaması ve en azından daha yüksek benliklerine, hayallerine ve hedeflerine ulaşmak için ilham alması için kullanıyor. Tıpkı Mehmet & Kazım’ın eserlerindeki tekillik gibi, her bir kompozisyonda tek bir kuş figürü yer alıyor. Ve yine diğer sanatçıların imgelerinde olduğu gibi, büyük gözler ve bakışlar öne çıkıyor.
Genellikle photoshop araçları, bilgisayar oyunları, emoji ikonları gibi dijital kaynakları ve görsel dünyaları kullanarak kendi imge evrenini, hatta yarı-dijital manzaralarını yaratan Hell Gette’nin eserleriyse, John Newsom’ın bir alt katında yer alıyor. Dijital ve analog arasındaki usta geçişlerle öne çıkan sanatçı, diğer dostlarının tekniğini ve bakışını da çeşitlendiriyor. Günümüzde bizi çepeçevre saran, televizyon, telefon, reklamlar, sosyal medya gibi dijital deneyimlerimizin hayatımızı ne kadar etkilediğine ve görsel dünyamızı nasıl ele geçirdiğine dair de önemli referanslar barındıran bu peyzajlar, bir yandan kaotik bir eğlence de yaratıyor. Bunları eleştiriden ziyade bir gözlem olarak sunan ve bu dünyanın malzemelerinden esnek şekilde yararlanan Gette, plein air suluboya çalışıyor, İPhone veya İPad’de resim yapıyor ve Photoshop ile doğa tasvirlerinden soyutlamalar yaratıyor. Ortaya çıkan görüntüleri yağlı boya ile boyuyor, fotoğraflıyor ve mobil uygulamalar aracılığıyla emojiler ekliyor. Son olarak, bu resimler yağlı boya ile tekrar tuvale aktarılıyor. Mehmet & Kazım ile kurduğu dostluk aracılığıyla sergiye dahil olan sanatçı, buradaki resimleri de onlarla New York’ta aynı binada yaşadığı süreçte bir arada ortaya çıkardıklarını vurguluyor. Resimlerin arkasında yatan bu dostluk hikâyesi ve sanatçıların üretim sürecinde fiziksel olarak da birlikte çalışmaları bunu keyifli bir iş birliğine dönüştürüyor. Hell Gette’nin daha kalabalık olan kompozisyonlarının yanı sıra, #Woke Phase I-III adını verdiği triptik işinde bir gözü merkeze alarak onun hareketini evreler hâlinde, ironik şekilde yansıtması da diğer sanatçılarla yine ‘göz’ odağında imgesel bir bağ kuruyor.
Eserleri serginin en alt katında yer alan Adrian Altıntas’ın eserleriyse, Mehmet & Kazım’ın deyimiyle bu birlikteliğin “bir tür kök ağacı” gibi konumlanıyor. Figür ve renklerle ön plana çıkan diğer sanatçılara göre daha sade ve soyut bir dil benimseyen Altıntas’ın ‘kesikler’i, resmin kendi malzemelerinden oluşturduğu genellikle dokulu beyaz bir yüzey yaratan alanı hareketlendiriyor. Beyazın değişen tonları, paneldeki güçlü ve derin kesikler, yansıtıcı düzlemlerden kabarcıklı çıkıntılara kadar değişen yüzeyler ve elini kullanışının ipuçlarıyla Altıntaş'ın resimleri, hayal gücü deneyimlerini veya malzemenin doğasına yönelik bir deneyselliği barındırıyor. Sergide yer alan serisinde de örneğin pamuk ve tebeşir gibi, doğrudan resmin doğasına gönderme yapan daha belirgin malzemelere odaklanan sanatçı, organik olanla güçlü bir bağ kuruyor. Kumaştaki kesikler ve tebeşirle yapılan jestler sayesinde canlılığın izlerini vurgularken, resmin ve malzemelerin doğasına, kendiliğine yönelik bir araştırmanın da izini sürüyor. Minimal bir renk kullanımıyla ve kesik kompozisyonlarla kendi dokusunun yanı sıra yer aldığı zeminin veya duvarın da dokusunu bu görselliğe entegre eden eserlerden bazılarıysa, adeta maske benzeri biçimlere dönüşerek yalnızca iki delikle gözleri belirlenen bir yüz ifadesini çağrıştırıyorlar. İki kesik kullanarak bu denli sade bir kompozisyonun güçlü bir ifade kazanmasıysa, diğer sanatçılarla olan birliktelik ve gözlerin vurgusuyla güçleniyor ve farklı bir okumaya dönüşüyor.
Tüm sanatçılar, dostluk bağlarıyla birbirini kucaklarken meraklı gözlerle birbirlerini takip etmeye, katlar arasında dolaşmaya ve güçlerinden ilham alarak özgürleşmeye devam ediyorlar.